Sayfalar

9 Kasım 2012 Cuma

Gerçekten BEŞİKTAŞ...


   
   Değişmeyen doğrular var futbolda, hani “futbolun temel prensipleri” diye bahsedilen şey. Toplu halde savunma yapan takımın gol yeme ihtimali azalır. Oyuncular yardımlaşıyorsa istenilen şeyin yapılması kolaylaşır. Çok koşan takım, eğer yaratıcı özelliklere sahip oyuncuları da yeterince ve zamanında devreye giriyorsa daha kolay kazanır.
   BEŞİKTAŞ’ta geçen sene yıldızlar vardı, hem de bol miktarda. Ama temel prensiplerin bir çoğu yoktu. Ne bir yardımlaşma, ne de toplu savunma... Yükün dengesiz dağılması nedeniyle çok sıkıntı çekti takım. Top ayağındayken yıldız olan kerameti kendinden menkul oyunculardan kurulu ön taraf ve onların kaptırdığı toplara dili dışarıda yetişmeye çalışan savunma grubu... Bu sosyal adaletsizlik muhakkak ki dünya görüşü itibarıyle bu konularda hassasiyeti bilinen büyük taraftarın da dikkatini çekiyordu ama arma aşkına, forma aşkına ve o naif duygusallıkla umudunu hiç kırmadı tribünler. “Bazen sevinç, paso keder”i içselleştirmiştik ne de olsa..
   Ardından FEDA zamanı geldi. Kendi uçamayan, biz müritlerin uçurduğu şeyhler gitti, yerlerine gençler geldi.O formayı gerçekten isteyen, o arma için bir şeyler yapmaya hazır, o renklerin içinde bulunmanın kıymetinin farkında olan gençler. Sahaya baktıkça doyamıyoruz artık. Gördüklerimizi “kanser ederler adamı” diye tanımlamıyoruz.
   Mart ayında göreve gelen yeni yönetimden en büyük beklentim BEŞİKTAŞ’ı geçmiş dönemde diğer büyüklere öykünerek yaptığı pahalı yıldız oyuncu transfer etme mantığından kurtarmasıydı. Formayı, O’nu özüne döndürecek, genetik yapısına, dokusuna, tarihi misyonuna uygun oyunculara vermesiydi. Bunun için de ilk önce bunu bilen birini takımın başına geçirmesi gerekiyordu tabii ki. Samet Aybaba nokta atışı oldu, Recep Çetin ve Ulvi Güveneroğlu da ekstrası.
   Samet Hoca  BEŞİKTAŞ’ın ne olduğunu iyi biliyor ve belli ki tüm oyuncularına da bildiğini aşılıyor. Kendi kaynaklarını kullanan bir BEŞİKTAŞ ve yıllarca ince ince işlenip orta yapmaktan, çalım atmaktan, pas vermekten önce birer Kartal olmayı öğrenen oyuncular var sahada.
   BEŞİKTAŞ’lı olmanın; topun kale çizgisini geçip geçmemesiyle değişen bir kavram olmadığını hepimiz biliyoruz ve sahada bizim renklerimizi taşıyanlar da bilsin istiyorduk.Önemli olanın galibiyet değil, o galibiyet için verilen emek olduğunun farkında olmalıydılar. Attıkları gollerin sayısındansa formalarındaki terin çokluğuna değer veriyorduk.
   Kazanmak için her yol mübah değildi; hak yemesinler ama haklarını korusunlar istiyorduk; onca kıymetli olan emeklerinin bir karşılığı olsun. Rakiple sonuna kadar mücadele edip sonunda istediklerini alsınlar.
   Bütün bunları gördüğümüz sürece yağmur, çamur, kar, fırtına demeden gideriz desteklemeye…Hep gittik…
   Artık görüyoruz…
   BEŞİKTAŞ’lı olan herkesin en hassas tellerine dokunacak kadar güzel şeyler var artık.
   Seviniyoruz…
   Sezonun başında gitmek istediğini söyleyen Almeida 60 metre koşup defansa yardım için mücadele ediyor, rakip kovalıyor. Fernandes atılan her golden sonra en çok sevinen, hırsını en çok belli eden oyuncu. 85 dakika koştuktan sonra yedek kulübesine geliyor ve arkadaşının kendisine yer vermesine bile gerek görmeden o mütevazılıkla bir kenara oturup kalan 5 dakikayı seyrediyor. Takımda gördüğümüz bu arkadaşlık, bu mütevazılık, bu kadirşinaslık, bu kalenderlik bizi şampiyon olmaktan daha çok sevindiriyor.
   Yıllarca ağızlara sakız edilip de hiçbir emaresini görmediğimiz BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU vücut buluyor bütün takımda.
   Seviniyoruz..
   Atılan goller, kazanılan maçlar ve puanlar değil bizi gülümseten..
   Bizim BEŞİKTAŞ’ımız geri geliyor…
   Mutluluğumuz bundandır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder