Değişmeyen doğrular
var futbolda, hani “futbolun temel prensipleri” diye bahsedilen şey. Toplu
halde savunma yapan takımın gol yeme ihtimali azalır. Oyuncular yardımlaşıyorsa
istenilen şeyin yapılması kolaylaşır. Çok koşan takım, eğer yaratıcı
özelliklere sahip oyuncuları da yeterince ve zamanında devreye giriyorsa daha
kolay kazanır.
BEŞİKTAŞ’ta geçen
sene yıldızlar vardı, hem de bol miktarda. Ama temel prensiplerin bir çoğu
yoktu. Ne bir yardımlaşma, ne de toplu savunma... Yükün dengesiz dağılması
nedeniyle çok sıkıntı çekti takım. Top ayağındayken yıldız olan kerameti
kendinden menkul oyunculardan kurulu ön taraf ve onların kaptırdığı toplara
dili dışarıda yetişmeye çalışan savunma grubu... Bu sosyal adaletsizlik
muhakkak ki dünya görüşü itibarıyle bu konularda hassasiyeti bilinen büyük
taraftarın da dikkatini çekiyordu ama arma aşkına, forma aşkına ve o naif
duygusallıkla umudunu hiç kırmadı tribünler. “Bazen sevinç, paso keder”i
içselleştirmiştik ne de olsa..
Ardından FEDA
zamanı geldi. Kendi uçamayan, biz müritlerin uçurduğu şeyhler gitti, yerlerine
gençler geldi.O formayı gerçekten isteyen, o arma için bir şeyler yapmaya hazır,
o renklerin içinde bulunmanın kıymetinin farkında olan gençler. Sahaya baktıkça
doyamıyoruz artık. Gördüklerimizi “kanser ederler adamı” diye tanımlamıyoruz.
Mart ayında göreve
gelen yeni yönetimden en büyük beklentim BEŞİKTAŞ’ı geçmiş dönemde diğer
büyüklere öykünerek yaptığı pahalı yıldız oyuncu transfer etme mantığından
kurtarmasıydı. Formayı, O’nu özüne döndürecek, genetik yapısına, dokusuna,
tarihi misyonuna uygun oyunculara vermesiydi. Bunun için de ilk önce bunu bilen
birini takımın başına geçirmesi gerekiyordu tabii ki. Samet Aybaba nokta atışı
oldu, Recep Çetin ve Ulvi Güveneroğlu da ekstrası.
Samet Hoca BEŞİKTAŞ’ın ne olduğunu iyi biliyor ve belli ki tüm oyuncularına da bildiğini aşılıyor. Kendi kaynaklarını kullanan
bir BEŞİKTAŞ ve yıllarca ince ince işlenip orta yapmaktan, çalım atmaktan, pas
vermekten önce birer Kartal olmayı öğrenen oyuncular var sahada.
BEŞİKTAŞ’lı olmanın; topun kale çizgisini
geçip geçmemesiyle değişen bir kavram olmadığını hepimiz biliyoruz ve sahada
bizim renklerimizi taşıyanlar da bilsin istiyorduk.Önemli olanın galibiyet
değil, o galibiyet için verilen emek olduğunun farkında olmalıydılar. Attıkları
gollerin sayısındansa formalarındaki terin çokluğuna değer veriyorduk.
Kazanmak için her
yol mübah değildi; hak yemesinler ama haklarını korusunlar istiyorduk; onca
kıymetli olan emeklerinin bir karşılığı olsun. Rakiple sonuna kadar mücadele
edip sonunda istediklerini alsınlar.
Bütün bunları
gördüğümüz sürece yağmur, çamur, kar, fırtına demeden gideriz desteklemeye…Hep gittik…
Artık görüyoruz…
BEŞİKTAŞ’lı olan
herkesin en hassas tellerine dokunacak kadar güzel şeyler var artık.
Seviniyoruz…
Sezonun başında
gitmek istediğini söyleyen Almeida 60 metre koşup defansa yardım için mücadele
ediyor, rakip kovalıyor. Fernandes atılan her golden sonra en çok sevinen,
hırsını en çok belli eden oyuncu. 85 dakika koştuktan sonra yedek kulübesine
geliyor ve arkadaşının kendisine yer vermesine bile gerek görmeden o mütevazılıkla
bir kenara oturup kalan 5 dakikayı seyrediyor. Takımda gördüğümüz bu
arkadaşlık, bu mütevazılık, bu kadirşinaslık, bu kalenderlik bizi şampiyon
olmaktan daha çok sevindiriyor.
Yıllarca ağızlara
sakız edilip de hiçbir emaresini görmediğimiz BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU vücut
buluyor bütün takımda.
Seviniyoruz..
Atılan goller,
kazanılan maçlar ve puanlar değil bizi gülümseten..
Bizim BEŞİKTAŞ’ımız
geri geliyor…
Mutluluğumuz
bundandır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder