Thomas Edison herkesin elektriği bulduğunu zannettiği
insandır. Buluşlarıyla 20. yüzyılın başlarından günümüze kadarki yaşamı oldukça
değiştiren Amerikalı mucittir kendisi ama elektriği bulmamıştır. Elektrik O’nun
zamanına kadar çoktan bulunmuştu. Edison elektrik ampulünü bulmuştur. Hani şu
evlerimizi aydınlatan, bakkalda markette tanesi 3-5 TL’ye satılan, ara sıra
patlayan, patladığı zaman çok da sorun etmediğimiz, çekmecede duran yedeğiyle
değiştirdiğimiz, elektrikle çalışan en basit yapılı lamba. Sanayi devriminden
sonra hızla gelişen üretim yollarının bir sonucu olarak bu kadar önemsiz ve
sıradan gördüğümüz bu ampulü yapabilmek için 1999 tane deneyde başarısız olmuş
ancak 2000. denemesinde amacına ulaşmıştır Edison.Bu başarısız deneyler, bana
göre tarihin en idealist, en vizyoner bakış açılarından birini ortaya çıkarmaya
yardımcı olmuştur: Thomas Edison, “Ampulü buldun ama bunun için uğraşırken 1999
tane deneyin boşa gitti” şeklinde bir ifadede bulunan yakınlarına mükemmel bir
cevap vermiş: “Hayır..Ampule gitmeyen 1999 tane yol keşfettim…”
Yıldırım
Demirören’in BEŞİKTAŞ’a sağladığı faydayı görmek açısından bu örnek önemli
bence. Demirören, BEŞİKTAŞ’ın kendi ampulünü bulmasını sağlamayacak yolları
öğreten adamdır.
Örneğin çok pahalı
transferler yaparak bir yere gelinmeyeceğini O’nun sayesinde öğrendik.
BEŞİKTAŞ’ın tarihsel kodlarında olmayan havalı, sansasyonel isimleri transfer
etme politikası çöktü. Bu kulübün, bu tarz transferler yaparak, geçmişi boyunca
bu tarz transferler yapmakla isim yapmış rakipleriyle yarışamayacağını, olsa
olsa onların kötü birer taklidi olabileceğini gördük. Bizim geleneğimizin biraz
daha mütevazı ve gelişime açık oyunculardan kurulu bir takımla, öz kaynak
orijininden hareketle mücadele etmek olduğunu, büyük olmak için illa ki diğer
büyüklerin yaptıklarına ihtiyaç duyulmayacağını, BEŞİKTAŞ’ın büyüklüğünün bu yapıyı
kurabilmenin ta kendisi olduğunu hatırladık, yeni nesil BEŞİKTAŞ’lılar da
öğrenmiş oldu.
Transferde bir tek
menajere bağlı kalma politikası sayesinde öğrendik ki; başka türlü gayretler
gerekiyor. Bu bilgi sayesinde Oğuzhan’ı, Olcay’ı bulup getirdi takıma sonraki
yöneticiler.
Çok bahsettiği
BEŞİKTAŞ’lı duruşunun ne olmadığını öğrendik hem de. Başkan olarak, görevi
başındaki teknik direktörden gizli, başka bir teknik direktörle görüşüp,
görüşmediğini açıklamanın BEŞİKTAŞ’lı duruşuyla alakası yoktur. Takımı sahadan
çekeceğini, PAF takımıyla oynayacağını söyleyip, 3 gün içinde vazgeçmenin de
öyle. Evet! Bir duruşumuz var. Özgün bir duruş üstelik. Bir önceki paragrafta
bahsettiğim transfer politikasını da içine alan “ötekilere öykünme” durumu Baba
Hakkılardan, Şeref Beylerden, Sebalardan
kalan o duruşun kalbine bıçak saplamaktır. “Sen başkalarına benzeme sakın, hep
böyle kal” dediğimizde, sadece damarında siyah-beyaz bir sıvı akanların (kan
değildir o sıvı, başka bir şeydir) anladığı, ellerimizden kayıp giden yaşam
tarzının tam da kurtarmamız gereken şey olduğunu öğretti bize.
Bizim için hala
efsane olan sezonlarımızı teknik direktör konusundaki istikrarın sağlandığı
dönemde yaşamıştık; Gordon Milne zamanı… Demirören 8 yılda 10 ayrı teknik
direktörle çalışarak bu alanda da kendinden sonrakilere doğru yolun ne olduğunu
gösterdi. Ben BEŞİKTAŞ’ın teknik direktörlerini hep sevdim, inandım. Ama
onların bir çoğu BEŞİKTAŞ’ı sevmedi. Kariyerlerini, sözleşmelerindeki
maddeleri, bol sıfırlı rakamları sevdiler. Ayıplamıyorum, garipsemiyorum,
kızmıyorum. Çünkü suç onların değil. BEŞİKTAŞ’ı, o armayı, formayı, tribünleri,
zorlu belki de ilkel de olsa o stadı sevecek, sahadaki takımıyla birlikte arada
tek gözüyle de Kapalı’yı izleyecek bütün bunlar için çalışabilecek kişileri
o takımın başına getirmek gerektiğini öğrendik buradan da. Şimdiki yönetim
Samet Aybaba’yı tercih etmeyi nasıl akıl edebildi sanıyorsunuz?
Her 19 Mayıs’ta
kazmanın vurulmasını beklediğimiz İnönü’nün yerine yeni stadın nasıl
yapılamayacağını gayet güzel gösterdi bize. İzinler, belgeler, resmi mühür ve
imza.. Gerekenlerin bunlar olduğunu bildik. Artık ilgili kişiler konuşarak
değil de bu ihtiyaçları gidermenin peşinde koşarak bir ütopyaya dönüşmeye yüz
tutmuş yeni stad projesini gerçeğe dönüştürebilirler.
Örnekler çok..
Paradigmaların hepsi çöktü.
Bir tek gerçek var,
o istisna:
BEŞİKTAŞ’ı sevmeyi
O’nunla öğrenmedik.. Sevmeyi ve BEŞİKTAŞ’lı olmayı kimimiz babasından, kimimiz
abisinden, kimimiz dayısından, amcasından öğrendi. Bazılarımızda ise zaten
içgüdüsel olarak vardı.Bildiğimizi test etmiş olduk sadece; doğru çıktı…
“Sevinmek için
sevmedik” ya..Yine de buna sevinebiliriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder