Ligin geride kalan
24 haftasında birkaç kez liderlik fırsatı yakaladığı halde bunları her seferinde
auta atmayı başarmış olan Beşiktaş için, Trabzon’daki maçta alınacak muhtemel
bir galibiyet sonrasında liderlik ihtimali yoktu. Ama ondan çok daha önemli bir
şansa sahip olacaktı: Ligin momentumu.. İçeride alınan havalı ve unutulmaz FB
galibiyeti sonrasında iyi bir hava yakalanmıştı. GS’ın puan kaybıyla başlayan
haftada Beşiktaş’ın deplasmandan kapacağı 3 puan tam bir krema olabilir, tüm
yelkenleri dolduran dengeli bir rüzgar işlevi görebilirdi. Zorlu deplasmanlara
çıkmadan önce de moral bakımdan üst noktaya ulaşmış bir takım haline gelmenin
yanında, sakat oyuncuların da dönmesiyle son düzlüğe en iyi halinde girebilme
fırsatı da önündeydi. Madem lig uzun bir maraton, en iyi çıkış trendini
yaklamak için en uygun zamanlar bu haftalardı zaten.
Evdeki bütün hesaplar kuruşu kuruşuna hesaplandığında
kardaydık kısacası. Ama tutmadı…
Oyun başlamadan önce Samet Aybaba verdiği röportajda
savunmaya dönük oynayan ve daha çok kontra kovalamayı bekleyecek bir plan
sinyali verdi. Trabzonspor’un baskılı oynamasını beklediğini söyledi. Beşiktaş
sanki geride bekleyip kontra ataktan gol bulursa üzerine yatacakmış gibi
anlaşılabilecek bir konuşmaydı Hoca’nınki. Çok inanasım gelmedi başlangıçta.
Sezon başından beri oynadığımız hiçbir maçta bu stratejiyi görmemiştik çünkü.
Beşiktaş’ın geride bekleyen bir takım olabilmesi eşyanın tabiatına aykırı.
Adeta görünmez bir yay tüm oyuncuları geriye yaklaştıkça itiyor. Zeminden
elektrik veriyorlar da kimse ayaklarının üzerinde durmak istemiyor, mecburen
koşuyor sanki. Bu profili çizmiş bir takımın beklemesi de ne demek? Ayrıca ilk
11’de çıkan orta saha ekibine baktığımız zaman da tamamen hücumcu bir kadro
görüyoruz. Fernandes-Toraman ikilisi zaten standart oldu artık. Ama Veli’nin
olmadığı, yerine Oğuzhan’ın oynadığı orta saha “bağlasan durmaz” havası
veriyor. Olcay’ın durmadığını ise hoca söylemişti zaten.
Trabzonspor tarihindeki en iyi sezonlardan birini travmatik
bir şekilde sonlandırdıktan sonra işi trajediye dökmeye aday bir halde
çıkıyordu maça. Hızlı bir oyuncu kaybı serisi yaşadı ve maalesef ki yerlerine
aldığı oyuncular, takımı puan sıralamasında düşme hattının ancak 3 puan
üzerinde tutabilecek kadar performans gösterebildiler. Yaralı bir rakip vardı
ve bu tehlikeliydi. Muhtemelen Samet hoca bunu fazlaca dikkate aldı, GS’ın
yenilgi aldığı bir haftada benzer bir sonu yaşayıp da tamamen karamsarlığa
girmekten çekindi.
İlk yarıda futbol
adına çok az şey oldu.
Holosko’nun çizgiden çevrilen topu, Niang’ın
istediği falsoyu veremediği bir şutu haricinde bir tehlike oluşturamadı
Beşiktaş. Rakip de öyle. Emre Özkan’ın yerini Gökhan Süzen’e bırakması belki de
en kayda değer olaydı. Fernandes’in ceza sahası içinde yerde kaldığı pozisyon
için penaltı denilebilir mi? Bence hayır.
İkinci yarıda da yine
Niang’la ve Olcay’la yakalanan pozisyonlar gole çevrilemedi. Tamamen uyutucu
tempoda oynanan bir devre izledik. Bir ara Beşiktaş orta sahasının
buharlaştığını düşündüm. Cisim olarak yerlerinde olsalar da konsantrasyonları
tamamen bitikti. Trabzonspor çok rahat bir şekilde top çevirmeye başladı ama
onlar da yaratıcı oyuncu eksikliğinden pozisyon bulamadılar. Beşiktaş’ın bu
sıra dışı performansına kenardan müdahale geldi, Necip Uysal oyuna girdi ama bu
da etki etmedi. Genç kaptan henüz hazır değildi çünkü.
Karşılaşma boyunca futbol izlediğimizi düşündüğümüz tek bir
an oldu: Niang’ın arkasındaki savunma oyuncusunu perdeleyerek sol ayağıyla
vurduğu topa kaleci Onur’un mükemmel bir refleksle uzanışı.
Sadece bu kadar…
Fernandes’in de oynadığı bir maçı izlerken yalnızca bununla
yetinmek ömürde bir kere olur herhalde, o da bu akşama rastladı.
Ama en önemli an bence bunların hiçbirisi değildi. En önemli
an; Oğuzhan’ın kıvrak bir çalımla ceza sahasına girerken Nianga pas atmayıp da
kendi gitmeyi tercih etmesiyle başladı. Oğuzhan şut çekme fırsatı bulamadı,
Mustafa Yumlu araya girdi ve pozisyon kaçtı. Niang pas alamadığı için isyan
etti. Kamera Oğuzhan’ı gösterdiğinde “Evet, anlıyorum, evet” gibi bir tavırla
başını sallıyordu Oğuzhan. Uzak plan çekimde gördük ki Oğuzhan’ın dikkatle
dinlediği şey Fernandes’in anlattıklarıymış . Daha önce bahsettiğim usta-çırak
ilişkisinin net bir yansımasıydı o görüntü ve maç boyunca beni gülümseten tek
andı.
Gülümseyemedim
çünkü ortada alınan 1 puan değil, kaçan bir galibiyet var. Sahada oynanan
futbola göre değil takımın potansiyeline göre söylüyorum bunu. Fakat hala
umudumuz güçlü bir şekilde sürüyor. İlk yarıda Sivas-Fenerbahçe-Trabzonspor
üçlüsünden 1 puan alabilmişken, bu yarıda 7 puana ulaştık. İyi bir grafiktir
bu, yürüyüşe başlamak için iyi bir çıkış…
Art arda gelecek zorlu deplasmanlar var. Bunların arasında
da mabedimizde son 4 resital.
Ayağa kalkıp güneşe yürümek için nefesimiz, en gür sesimiz, formamız,
atkımız, kombinemiz hazır…
Geliyoruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder