Sayfalar

9 Mart 2013 Cumartesi

Sahadaki Yaylar...


 
   Ligin geride kalan 24 haftasında birkaç kez liderlik fırsatı yakaladığı halde bunları her seferinde auta atmayı başarmış olan Beşiktaş için, Trabzon’daki maçta alınacak muhtemel bir galibiyet sonrasında liderlik ihtimali yoktu. Ama ondan çok daha önemli bir şansa sahip olacaktı: Ligin momentumu.. İçeride alınan havalı ve unutulmaz FB galibiyeti sonrasında iyi bir hava yakalanmıştı. GS’ın puan kaybıyla başlayan haftada Beşiktaş’ın deplasmandan kapacağı 3 puan tam bir krema olabilir, tüm yelkenleri dolduran dengeli bir rüzgar işlevi görebilirdi. Zorlu deplasmanlara çıkmadan önce de moral bakımdan üst noktaya ulaşmış bir takım haline gelmenin yanında, sakat oyuncuların da dönmesiyle son düzlüğe en iyi halinde girebilme fırsatı da önündeydi. Madem lig uzun bir maraton, en iyi çıkış trendini yaklamak için en uygun zamanlar bu haftalardı zaten.

   Evdeki bütün hesaplar kuruşu kuruşuna hesaplandığında kardaydık kısacası. Ama tutmadı…

Oyun başlamadan önce Samet Aybaba verdiği röportajda savunmaya dönük oynayan ve daha çok kontra kovalamayı bekleyecek bir plan sinyali verdi. Trabzonspor’un baskılı oynamasını beklediğini söyledi. Beşiktaş sanki geride bekleyip kontra ataktan gol bulursa üzerine yatacakmış gibi anlaşılabilecek bir konuşmaydı Hoca’nınki. Çok inanasım gelmedi başlangıçta. Sezon başından beri oynadığımız hiçbir maçta bu stratejiyi görmemiştik çünkü. Beşiktaş’ın geride bekleyen bir takım olabilmesi eşyanın tabiatına aykırı. Adeta görünmez bir yay tüm oyuncuları geriye yaklaştıkça itiyor. Zeminden elektrik veriyorlar da kimse ayaklarının üzerinde durmak istemiyor, mecburen koşuyor sanki. Bu profili çizmiş bir takımın beklemesi de ne demek? Ayrıca ilk 11’de çıkan orta saha ekibine baktığımız zaman da tamamen hücumcu bir kadro görüyoruz. Fernandes-Toraman ikilisi zaten standart oldu artık. Ama Veli’nin olmadığı, yerine Oğuzhan’ın oynadığı orta saha “bağlasan durmaz” havası veriyor. Olcay’ın durmadığını ise hoca söylemişti zaten.

Trabzonspor tarihindeki en iyi sezonlardan birini travmatik bir şekilde sonlandırdıktan sonra işi trajediye dökmeye aday bir halde çıkıyordu maça. Hızlı bir oyuncu kaybı serisi yaşadı ve maalesef ki yerlerine aldığı oyuncular, takımı puan sıralamasında düşme hattının ancak 3 puan üzerinde tutabilecek kadar performans gösterebildiler. Yaralı bir rakip vardı ve bu tehlikeliydi. Muhtemelen Samet hoca bunu fazlaca dikkate aldı, GS’ın yenilgi aldığı bir haftada benzer bir sonu yaşayıp da tamamen karamsarlığa girmekten çekindi.

   İlk yarıda futbol adına çok az şey oldu.

    Holosko’nun çizgiden çevrilen topu, Niang’ın istediği falsoyu veremediği bir şutu haricinde bir tehlike oluşturamadı Beşiktaş. Rakip de öyle. Emre Özkan’ın yerini Gökhan Süzen’e bırakması belki de en kayda değer olaydı. Fernandes’in ceza sahası içinde yerde kaldığı pozisyon için penaltı denilebilir mi? Bence hayır.

   İkinci yarıda da yine Niang’la ve Olcay’la yakalanan pozisyonlar gole çevrilemedi. Tamamen uyutucu tempoda oynanan bir devre izledik. Bir ara Beşiktaş orta sahasının buharlaştığını düşündüm. Cisim olarak yerlerinde olsalar da konsantrasyonları tamamen bitikti. Trabzonspor çok rahat bir şekilde top çevirmeye başladı ama onlar da yaratıcı oyuncu eksikliğinden pozisyon bulamadılar. Beşiktaş’ın bu sıra dışı performansına kenardan müdahale geldi, Necip Uysal oyuna girdi ama bu da etki etmedi. Genç kaptan henüz hazır değildi çünkü.

Karşılaşma boyunca futbol izlediğimizi düşündüğümüz tek bir an oldu: Niang’ın arkasındaki savunma oyuncusunu perdeleyerek sol ayağıyla vurduğu topa kaleci Onur’un mükemmel bir refleksle uzanışı.

   Sadece bu kadar…

   Fernandes’in de oynadığı bir maçı izlerken yalnızca bununla yetinmek ömürde bir kere olur herhalde, o da bu akşama rastladı.

   Ama en önemli an bence bunların hiçbirisi değildi. En önemli an; Oğuzhan’ın kıvrak bir çalımla ceza sahasına girerken Nianga pas atmayıp da kendi gitmeyi tercih etmesiyle başladı. Oğuzhan şut çekme fırsatı bulamadı, Mustafa Yumlu araya girdi ve pozisyon kaçtı. Niang pas alamadığı için isyan etti. Kamera Oğuzhan’ı gösterdiğinde “Evet, anlıyorum, evet” gibi bir tavırla başını sallıyordu Oğuzhan. Uzak plan çekimde gördük ki Oğuzhan’ın dikkatle dinlediği şey Fernandes’in anlattıklarıymış . Daha önce bahsettiğim usta-çırak ilişkisinin net bir yansımasıydı o görüntü ve maç boyunca beni gülümseten tek andı.

   Gülümseyemedim çünkü ortada alınan 1 puan değil, kaçan bir galibiyet var. Sahada oynanan futbola göre değil takımın potansiyeline göre söylüyorum bunu. Fakat hala umudumuz güçlü bir şekilde sürüyor. İlk yarıda Sivas-Fenerbahçe-Trabzonspor üçlüsünden 1 puan alabilmişken, bu yarıda 7 puana ulaştık. İyi bir grafiktir bu, yürüyüşe başlamak için iyi bir çıkış…

   Art arda gelecek zorlu deplasmanlar var. Bunların arasında da mabedimizde son 4 resital.

   Ayağa kalkıp güneşe yürümek için nefesimiz, en gür sesimiz, formamız, atkımız, kombinemiz hazır…

   Geliyoruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder