Sayfalar

20 Eylül 2012 Perşembe

Kocaman Problem


  

   Eğer çelişkili işler yapıyorsanız büyük bir güven sorunu oluşturabilirsiniz. Hatta bunu bir ihtimal gibi düşünmek bile iyimserliktir, çelişki varsa güven sağlamak mümkün değil. Aykut Kocaman’ın Alex politikasında yaptıkları da maalesef çok çelişkili. Oyuncuyu istemiyor ama oynatıyor. Golünü alkışlıyor fakat en verimli anda oyundan alıyor.
    Herkesçe malum olan krizin başlangıcında “Alex’siz oynamaya alışmamız lazım” cümlesi vardı. Ardından Alex’in kıskançlık twiti... 18’e almamalar, buna rağmen “problem yok” ifadeleri art arda geldi. Başkan’ın hocayı, taraftarın Alex’i desteklemesi sonucu ortaya çıkan, ama çıkmamış gibi davranılmaya çalışılan ayrışma…Alex’in heykelinin açılışından alınan görüntüleri izlediğimizde de ilginç detaylar bulduk: Kameranın çekim açısında, tam kadrajın ortasında kocaman bir “Aykut Kocaman” pankartı…

   Ortada bir problem varsa ve bu problemin çözümü isteniyorsa; en garantili yol samimi yaklaşımlardır. Basit, göstermelik, şova yönelik, ortalama bir zekaya sahip her insanda şüphe oluşturacak eylemler hiçbir fayda getirmez. Yani heykelinin açılışında Alex de Souza, herkesin aralarının bozuk olduğunu zannettiği teknik direktörünün adının yazılı olduğu pankartın önünde konuşacak ve bütün bir camia ve futbolsever grubu da hemen “Bir şey yokmuş ya, bize öyle gelmiş bak” deyip inanacak ve olay kapanacak öyle mi? Ya da hoca, söz konusu oyuncu gol atınca zoraki bir gülümseme eşliğinde alkışlayınca her şey düzeldi diye düşünülecek…?

   Çağımız, komplo teorilerinin çağı. Kimse bunlara bir kerede inanıp olanları unutacak kadar saf değil artık.

   Hemen çıktı ortaya konunu kapanmadığı..

   Fenerbahçe Marsilya’yla oynadı. Çok da güzel oynadı. Rakibi Avrupa’nın 5 büyük liginden birinin, ilk 5 hafta sonunda puan kayıpsız lideri. Milyonlarca avro harcayıp da büyük bir iştahla sezona giren Paris Saint Germain’e 5 haftada 6 puan fark atmış.Bordeaux, Lyon gibi devler daha ne olduğunu anlamadan Marsilya hepsini geride bırakmış. Fenerbahçe böyle bir rakiple oynuyor ve sahada Alex var. Alex’li Fenerbahçe ilk yarı boyunca ya orta sahayı çok hızlı geçip 3. bölgeye ulaşıyor ya da dengeli paslaşmalarla ani top kayıpları yapmadan rakibi gezdiriyor. Bazı anlarda ise Alex bireysel yeteneklerini öne çıkarıp derin paslarla arkadaşlarına fırsatlar oluşturuyor. Sarı-lacivertliler pozisyon zenginliği açısından ilk yarıyı son derece üstün geçirirken bir de gol bulup devreyi önde bitiriyor.

   Mehmet Topal takıma alışmaya başlamış, kimin hangi koşuları yapacağını, daha önemlisi Alex’in hangi koşuları yapmayacağını bilerek oynuyor, ona göre yardıma gidiyor. Fenerbahçe de takıma alışmak, Alex’e alışmakla özdeş. Her yeni transfer O’nunla uyumlu olabildiği kadar iyi oynuyor.

   Heykeli dikilen adam ikinci devrede golle buluşuyor.
   Buluşmaması ilginç olurdu çünkü sahada tam O’na uygun bir futbol var.
   Buluşmaması ilginç olurdu çünkü Marsilya defansı alan savunmasını en az Türk takımları kadar kötü yapıyor. Biz televizyondan Alex’in kafasıyla gol attığını gördük, halbuki O beyniyle attı. Savunmanın arasındaki boşluğa çok güzel ve tam zamanında sızdı, kusursuz bir vuruş yaptı.

   Alex sevindi…

   FB tribünü diye bilinen tribündeki taraftarlara koştu…

   Aykut Kocaman alkışladı…
   Ama Alex’i oyundan aldı… Alkışlamasaydı da alacaktı… Gol atmasaydı da alacaktı…2 tane atmış olsaydı gene alacaktı…

   Sonra Marsilya gol attı.. Son saniyede bir tane daha attı..

   Maç bitti ve Fenerbahçe elindeki 3 puanın ikisini kaybetti. Aykut Kocaman maçtan sonra “Söylenecek fazla bir şey yok” dedi ve sonra 10 dakika daha konuştu...

   Raul Meireles “Alex oyundan çıkana kadar kontrol bizdeydi, sonra birden kaybettik” mealinde bir şeyler söyledi ve her şeyi özetledi…

   Zaten aşılamamış olan mesele bir kez daha ve daha da serpilmiş olarak geri döndü.
Hatta; tribünlerin başkana olan desteğindeki azalmayı da su yüzüne çıkaracak şekilde döndü..

17 Eylül 2012 Pazartesi

FERNANDES'in SELAMLARI VAR


  


   Ve kavuşma gerçekleşti. Günler, haftalar, aylar geçti ve havanın yağmur indirip indirmemekte kararsız kaldığı bir Eylül akşamında Üsküdar’dan bindiğimiz vapur Dolmabahçe’de, her zamanki yerimizde bizi buluşturdu. Üzerinde 32 yıldır beni peşinden sürükleyen renkler vardı gene. Çubukluydu üstelik. İlk gördüğüm anda bir kez daha kendi kendime sordum: N’apardım bilmem..?

   Maçtan önce konuştuğum bir çok insan Elazığspor’un bir sonraki sezon Süper Lig’de olmayacağı yönünde fikir belirtse de ben tersini düşünüyorum. Lige hiç iyi başlamamakla birlikte bu takım belirli bir potansiyele sahip bana göre. Bir süre sonra toparlayacak ve ligin zorlu deplasmanlarından biri haline gelecek. Özellikle kış koşullarında Elazığ’da oynamak bir çok “batılı” takım için gerçek bir sorun olabilir. Bülent Uygun gibi oyuncularını motive etme konusunda belirli bir çizgide olan hocanın varlığı da bu düşüncemin pekişmesine yol açıyor.

   BEŞİKTAŞ için Karabük maçından kalan olumlu hava devam ediyordu. O maçta 45 dakikada alınan 3 puan, GS karşısında adaletsizce kaybedilen 2 puanın yarasını sarmakla birlikte, genç ve yeni oyuncuların özgüven kazanmalarına da yardımcı oldu. Eğer kariyerinin başındaki oyunculardan oluşan bir takımsanız sizin için en önemli şey kazanma alışkanlığı kazanmanızdır. Elazığ karşısında alınacak 3 puan bu anlamda çok önemli olacaktı BEŞİKTAŞ için. Nitekim bunu başardılar.

   Maçı yerinde izlemek daha iyi gözlemlemeye ve televizyon başında anlamlandırılamayan bazı şeyleri daha doğru görebilmeye imkan veriyor. Ya da öyle olmasına ihtimal vermediğiniz durumların gerçekten öyle olduğunu anlamanızı sağlıyor.  BEŞİKTAŞ’ın net bir 4’lü defansı var evet. Ama gerçekten de kurgusu tam olarak belirlenemeyen bir orta sahası mevcut. Kimin ne oynadığını kesin olarak çözemiyorsunuz. Belirli görevler eksiksizce ve fedakarca yapılıyor.Mesela Veli ve Necip’in rakibe uyguladığı baskı kusursuz. Ama ikisi de hamallık yapmıyorlar. Yani topu kazanıp her seferinde Fernandes’e aktarmak gibi bir dertleri yok. Tabii ki oyunun yön bulmasındaki en önemli isim Fernandes. Ama Veli ve Necip de zaman zaman top kullanmak, oyun kurmak, ara paslarıyla ofansif oyuncuları defansın arkasına kaçırmak gibi ulvi işlere cüret ediyorlar. “Hücuma destek veriyorlar” demek hafif kalır; tam olarak hücumu icra ediyorlar, ellerinden geldiğince.  Ellerinden gelmeyen kısımda da Fernandes devreye giriyor: Gerçekten çok büyük bir futbolcu. İnanılmaz güvenli ve istekli oynadı. Duran toplarla 2 golün asistini yaptı ki duran toplar artık BEŞİKTAŞ için çok önemli bir silah. Maçtan sonra Elazığspor’lu Orhan Ak, bu pozisyonlara özellikle çalıştıklarını söyledi. Sanırım yeni bir “Yediğimiz gole antrenmanlarda çalışmıştık” vak’asıyla karşı karşıyayız.

   Batuhan Karadeniz anlaşılan asist yapmayı sevdi. Karabük’te Fernandes’e verdiği pasın benzerlerini yine denedi ama bu sefer ya topun hızını ayarlayamadı ya da yönünü. Zaten taraftar Batuhan’dan asist değil, gol bekliyor. O ise hala tam olarak hazır değil. Bir çok pozisyonda ağır kaldı. Sanki kendi kasları arasında bir koordinasyon sorunu yaşıyor gibiydi.

   Olcay Şahan sahanın en çok koşan ismiydi ama ilk yarı arkasında oynayan Uğur Boral’a güven vermemiş olmalı ki Uğur ileri çıkışlarda hep tereddüt yaşadı. İki pozisyonda ben bizzat gördüm ileriye çıkmak için hareketlenip, sonra vazgeçip beklediğini. Geçtiğimiz yıllarda BEŞİKTAŞ’ın kanat oyuncuları arasındaki yardımlaşma problemini dışarıdan iyi tespit etmiş Uğur.Kendisi de ileriye çıkıp arkasında boşluk bırakmak istemiyor. Ne var ki; Elazığspor maçın hiçbir dakikasında kendi sağ kanadından herhangi bir tehlike sinyali veremedi. İkinci yarı bunu Uğur Boral da anladı ve sık sık ileriye bindirmelerde bulundu. Bunlardan birinde rakibini çok zor durumda bırakan bir çalım atarak golle burun buruna da geldi fakat numaralı tarafından vurduğu şut neredeyse kapalı tribüne gitti.

   Almeida hala oynayıp oynamamakta tereddütlü gibi. Hemen yakınından geçen toplara bile müdahele etme girişimi olmadı hiç. Armutun pişip ağzına düşmesini bekliyor. Kale çizgisinin 1 metre yakınına kadar gelebilen orta olursa kafa vurup gol atar. Onun dışında Almeida yok.

   Hafta içi bir gazetede Fernandes’in gece akışlarda olduğu, gece kulüplerinde eğlence peşinde olduğu, bunun ne biçim takım ruhu olduğu vs.. haberler çıktı. Fernandes Elazığ maçında öyle bir oyun oynadı ki o haberleri yapanların hepsine birer selam gönderdi. Anlaşılan o ki basın, özellikle de artık hepimizin malumu bazı gazeteler BEŞİKTAŞ’ın üzerine oynamaya devam edecekler. Aldırmamak, takılmamak, üzülmemek lazım. Belki de alışmak lazım. 
BEŞİKTAŞ’lı olarak ilk defa görmüyoruz bunları, SİYAH’ı da iyi biliyoruz biz, BEYAZ’ı da…